MİYANOS


Akşam olmak üzereydi. Güneş kızıl çizgiler çizerken gökyüzüne o Miyanos’un tepesinden köyünün yorgun evlerine bakıyordu. Hepsinin içinde bir hikâye saklıydı, hepsi içinde sakladığı hikayeleri ile vardı aslında diye düşündü. Şahit oldukları hikayeler, acılar yormuştu sanki onları. Bacası damlayanlar ağlıyordu sanki. Yarı çökmüşler dayanamamış yüklendiği hayatlara. Bazıları fazladan bir hayat bile taşıyacak kadar takati kalmamış, bir adım atsan oracıkta bırakacak kendini. Bazıları da daha yüklendiği hayatların başında dimdik kızıl ışıkları seyrediyordu. Anıları sanki o evlere hayat vermişti. Her birinde ya kendi anısı vardı ya da dinlediği anılar. ‘’Yeri ve mekânı özel kılan şeyler acısıyla tatlısıyla yaşanmışlıklar değil midir zaten’’ dedi uzanırken güneş boylu boyunca gökyüzüne. Şimdi de yıllar öncesine götürdü anıları onu Miyanos’un tepesinden alıp. Ve tekrar Miyanos’a getirdi… Aynı burada oturduğu gibi oturuyordu dedesiyle. Çobanlık mesleğine de peygamber ve dede mesleği diye soyunmuştu zaten. Yine koyunları kuruna suya getirmiş ve yine akşamın son demleri… Her şey yıllar öncesiyle aynı oturduğu taşın üstündeki çemene kadar. Sadece dedesi geldi oturdu yanına. Ne kadar küçükler dede bu evler, kocaman insanlar nasıl sığıyor bu evlere dediği geldi aklına. Şimdi anlıyordu o evleri büyüten insanların kamburları, hüzünleri sevinçleri… Büyüyüp insanlar gibi yaşlanıyordu o evlerde. Köşede arka mahallede yarısı çökmüş   mavi ambarlı bir eve takıldı gözü. Önünde iki çocuk nar suyu içiyorlar. Takatsiz evin çırpınışlarından bir haber nar suyunun kırmızılığını hayranlıkla ve kurdukları efsanevi hikayeleriyle yüceltiyorlar. ‘’Ne garip demi dede iki hayat var sanki karşımda biri vadesini doldurmuş o ev diğeri daha yolun başında kurdukları dünyalarında yaşayan iki çocuk… O evin dili olsa da anlatsa önünde içilen nar sularını.’’ Birden çocuk nar suyu elinde yere düştü. Şişenin kırılan camı elini kesti ve feryat figan ortalık. Sahi o çocuk en son dedesinin ölümünde bu kadar çok ağlamıştı. Kesik elini tuttu. O gün ki gibi çok acımıştı canı sanki. Dedesine sarılıp ağlamak istedi. Dedesinin o mavi ambarlı eve bakarken gözyaşlarının, gözlerinden epeyce yol aldığını fark etti. Onun, dedesinin ölümüne ağladığı gibi dedesi de o mavi ambarlı evdeki anıların kendiyle ölmesine ağlıyordu. Doğdu, büyüdü, yaşadı ve öldü. İşte bu kadar kolay anlatıldı o yaşanan 89 yıl. Soramadı kimse her saniyesinin manasını, soramadı kimse o evin her saniyenin ağırlığını nasıl taşıdığını. Şimdi o her şeyin tanığı mekân yavaş yavaş ölüyordu. ‘’ Zaman çok ağır demi dede… Onun yükünü taşımak ise ondan daha ağır.’’ Dedesi çoktan gitmişti. Ölümünden sonra dedesiyle sağken bu kadar çok konuşmadığını fark etti.  Kesilen elindeki ize baktı gülümsedi çünkü o gün elinden akan kanı nar suyu sanmıştı. Beraber nar suyu içtiği arkadaşının korku dolu bakışını ve kaçışını hatırladı şimdi. Hiç konuşamadılar ondan sonra ama nar suyunun efsanevi hikayesi hep onlarda saklı kaldı. Hayat nar suyu ile başlayan bu iki rengi farklı fırçalarla, renklerle boyadı. Ayşe’nin kaçışının yolu Norveç ’e kadar gitti. Hayatın fırçası o yolu çizdi. Kendine de Miyanos’un tepesinden her akşamüstü geçmişi izlemeyi… Farklı mekanlara farklı anılarla can veriyorlardı. Güneş ışık dansını bitirmek üzereydi. Son selamlarını verirken bulutlara sopasının gayreti ile kalktı nar suyunu çantasına koydu ve nidalar eşliğinde koyunları köye sürdü. 

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.