GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE
GEÇMİŞİN
GÖLGESİNDE
Yine her görüş vaktinde olduğu gibi çıkmadı havası buz gibi
olan koğuştan... Mahzun mahzun yatağına çekilmiş, çürümeye yüz tutmuş
ranzasında inzivaya çekilmiş gibiydi adeta. Gardiyan, genç adamın pek kimseyle
konuştuğunu görmemişti. Bilhassa niçin, hangi sebeple hüküm giydiğini de tam
olarak kimse bilmiyor, herkes kendi payesine göre ona bir suç tayin etmeye çalışıyordu.
Bir an durdu ve göz ucuyla soluk yüzlü genci süzerken, “Kimi
kimsesi yok muydu bu garip tutuklunun“ diye iç geçirdi gardiyan... Niçin bu
düşünceyi aklına merak konusu yaptığının o da farkındaydı, hissetmişti... Onu
hep diğerlerinden farklı görmüştü. Kimselerin uğramadığı, gün yüzüne aşikar
olmayan karanlık ve isli bir kuyusu vardı bu gencin muhakkak... 28 yıllık
mesleki tecrübesinin onu yanıltacağına hiç mi hiç imkan vermiyordu. “Sahi” dedi
gardiyan, kaç ay olmuştu o buraya geleli, dört mü beş mi? Gardiyanın nezdinde
bir önemi yoktu ki bunun...
Söz verdi o gün, bir sonraki görüş gününde de koğuştan
çıkmazsa şayet gidip konuşacaktı, ant içti kendine... Gel zaman git zaman
derken görüş günü gelip çattığında çıkmadı yine koğuştan... Bu durum gardiyan
için pek sürpriz olmasa da konuşabilecekleri için bir fırsat ve umut olmuştu. Direkt
koğuşun en ücra köşesine doğru yöneldi gardiyan ve tutukluya seslenircesine “
iplerdeki düğümler bir şekilde çözülür, asıl mesele boğazındakilerdir” dedi. Sen
susup içine atarak hallettiğini düşünüyorsun ama aslında kendini yiyip
bitiriyorsun, anlat hele nedir seni bu denli harap eden?
Ranzasında uzanmış genç, boynunun üstünden dönüp baktı ve
seslenenin gardiyan olduğunu görünce toparlanıp yatağa oturarak, hoş geldin
beybaba, dedi. Lakin benim sükunetimin heybesi ben de gizdir, buyurdu genç.
Gardiyan tebessüm ederek, sana giz olan başkalarına ayan
olmuş zannımca. Gözlerini kaçırmak zorunda kaldı genç adam, soğukkanlılığını koruyarak
başladı söze ; ben kimsesiz ve yalnız büyüdüm. Annem ve babam kimdir, nerededir
bilmem. Zorluklarla çok mücadele ettim. Elim iş tutmaya başladığı vakit bir
sokak mahallesinde çırak olarak çalışıyordum. Mahallede her gün gördüğüm bir
kız vardı beybaba. Güzelliğini anlatmaya dilim varmaz. Büyüleyici bir etkisi vardı,
aşık olmuştum adeta... “Fakirin ekmeği umududur” işte, benimki de saf aşık
cesareti, karar vermiştim, açılacaktım ona. Gitmedim o gün işe ve ondan sonraki
duraktan ben de bindim. Göz göze geldik diye o da bir şeyler hissediyor sandım.
Bana acıdığını, beni tiye aldığını hiç aklımdan bile geçirmemiştim. Sahile
doğru yöneldi indikten sonra, ardın sıra takip ediyordum. İçimde hiç
yaşamadığım hoyratça duygular ve adeta kabına sığmayan bir ben vardı benden
içeri... Beni, benle konuşmak için, sakin bir yere çekiyor sandım. Gittim hızlı
adımlarla ve yakaladım onu. Hümeyra diyebildim sadece, meğer karşıdan gelen
sevdiği adamı bekliyormuş. Hor gördü beni, üzerimdeki eski püskü kıyafetlere
bakarken... Kıza sarkıntılık yaptığımı düşünerek hakaret edip bir yumruk
geçirdi bana... Seven adama yediği yumruğun acısı mı yoksa aşık olduğu kızın
yanında gördüğü ezik muamelesi mi ağır sen söyle beybaba, dayanamadım, kana
büründü gözlerim tam onun yaptığı gibi yüzüne bir yumruk sallamak istedim. Ama
o geri çekilince göğsüne denk geldi yumruğum, yere yığıldı birden, Hümeyra
çığlık çığlığa kalmıştı. Dizlerimin üzerine çökebildim sadece... Ambulans
geldiğinde çoktan can vermişti o. Bilincimi kaybetmiştim, tek hatırladığım hüngür
hüngür ağlayan Hümeyra’nın gözyaşı seliydi.
Tutuklu genç, hikayeyi anlatırken başgardiyana bakmamıştı
hiç, yüzünü kaldırıp gardiyana baktığı an gardiyanın gözlerinden yaşlar
süzüldüğünü fark etti. Babacan gardiyan, döndü genç adama ve bitti mi hikayen
evlat, diye sordu. Genç adam, sadece evet bitti, diyebilmekle yetindi. Hikayeni
dinledim evlat, dedi gözyaşları içinde... Benim bir karım vardı, dedi
başgardiyan. Adı Selma idi. Evlendiğimizin ilk yılı bana bir evlat müjdeledi can
parem. Çok mutlu olmuştum, içim kıpır kıpırdı. Baba olacaktım baba... O kutlu
gün gelip çattığında Selma’m yavrumuzu doğurdu ama bana cennetten bir köşk olan
o kömür karası gözlerini hayata yumdu. Ben oğlumla hayat buldum, Selma’mın
hatırasıyla geçti gecem gündüzüm... Selma’m rahat uyusun diye oğluma en iyi
şekilde bakmaya çalışıyordum. Günlerden bir gün bahçede oğlum top oynarken
yüzündeki siyah beni bana gösterip baba bu nedir diye sormuştu bana. O senin
annenin hatırasıdır diyebilmiştim sadece. Yukarı odaya çıkıp almam gereken bir
şey vardı. Eve çıkıp aşağıya indiğimde oğlumu göremedim. Nevrim dönmüş, dünyam
başıma yıkılmıştı... Günler, aylar, yıllar boyu yavrumu aradım, dedi gardiyan
gözyaşları içinde... Bulamadım evladımı, Selma’m ve Yusuf’um olmadan ben bir
hiçtim. O bunları söylerken, mahkum genç, yok ettiğini düşündüğü hafızasını
zorluyor, geçmişinden izleri anımsamaya çalışıyordu.
Sözlerine devam etti gardiyan, evlat edinmek istedim,
kaybettiğim Yusuf’umu, Selma’mın hatırasını yaşatmak istedim içimde... İnsan
geçmişinin izinden kopamıyor en nihayetinde, evlat edindiğim yavrucağa da Yusuf
adını koydum... Canıma can, yoluma yoldaş olmuştu. 22 yaşına değin övünç
kaynağım ve evimin bereketi olmuştu Yusuf’um. Başarılı, efendi, ve bir o kadar
yakışıklıydı... İyiliğin ve doğruluğunun nişanesiydi. Etrafında kızlar pervane
olsa da onun bir sevdiği var idi. Gözünden sakındığı Hümeyra’sı vardı onun...
Hayalleri vardı Yusuf’umun ve yaşamayı hak ettiği onca güzel şey, ama kader
acımasızca onu da aldı benden... Gardiyan bunları söylerken genç adamın
kafasında şimşekler çakıyor, adeta tufanlar oluyordu, yavaş yavaş anlam bulan geçmiş
yaşantıları kabullenmek istemiyordu... Gardiyan, başını kaldırıp çaresiz
gözlerle tutukluya bakarak ; şimdi sen söyle evlat, daha çocukken kaybettiğim,
bana Selma’mın yadigarı olan Yusuf’umun şu an bir mahkum olarak karşımda duruyor olmasına mı yanayım? Yoksa evladım bildiğim, adını Yusuf koyduğum, Selma’mın
Yusuf’u gibi kokan gencin mezarda olmasına mı?
Bütün bunları söyledikten sonra gardiyan, titreyen ellerini
Yusuf’un yüzündeki siyah benin üzerinde gezdirdi... Baba ve oğul soğuk ve küf
kokan hapishane koğuşunda gözyaşları içinde sadece birbirlerine bakakaldılar...
Murat LALO
Hiç yorum yok: